İpek Mendil

İpek Mendil / Cenkhan Sandıkçıoğlu / Düşün / Bilgi Peşinde / www.bilgipesinde.com / Her şey bir düş gibiydi… Önceleri, evimizdeki koşuşturmanın sebebini anlayamamıştım... Bayram olsa kardeşlerime ve bana yeni elbiseler alınırdı. Annem baklava açardı. Herkes güler yüzlü olur, birbirleriyle şakalaşırlardı.

İpek Mendil

Her şey bir düş gibiydi…

Önceleri, evimizdeki koşuşturmanın sebebini anlayamamıştım...

Bayram olsa kardeşlerime ve bana yeni elbiseler alınırdı. Annem baklava açardı. Herkes güler yüzlü olur, birbirleriyle şakalaşırlardı. Halbuki o gün, yine herkes telaşlıydı, eve girip çıkanlar çoktu. Ama kimse gülmüyordu, aksine herkes üzüntülüydü, Ağlayanlar bile vardı. Daha evvel hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştım:

Babam tarladan eve geldiğinde, daha kapıdan girer girmez onun kucağına atlardım. O da beni yanaklarımdan öper, "Ne haber oğlum, kardeşine baktın mı bugün, yaramazlık yaptı mı?" diye sorardı.

O gün yine babamın kucağına atlayıp ona "Kardeşim bugün hiç yaramazlık yapmadı baba, bütün gün uyudu" diye iyi haber verecektim. Ama babam eve gelince yüzüme bile bakmadı. Hiç gülmüyordu. Annem bir köşede, sessizce, ağlıyordu. Büyük kardeşlerim evin dışında, her nedense, yavaş yavaş toplanmaya başlamış olan komşularımızla ilgileniyorlardı. Küçük kardeşim Memedali salıncağında saatlerdir uyuyup duruyordu. Sabahtan beri hiç kucağıma almamıştım. Bir kaç kez annemden kardeşimi kucağıma vermesini istemiştim. Annem, "Şimdi olmaz oğlum, o uyuyor, hadi sen bahçede oyna" diye beni sokağa göndermişti.

İkindi zamanı oldu.

Bir ara cami imamı geldi, babamla konuştular. İmam, "Bugün yetişmez Ahmet usta, artık yarın öğleye kaldırırız" dediğini duydum. Sonra imam ve komşular evlerine gittiler. Evde biz bize kaldık: Annem, babam, babaannem ve dört kardeşim.

Kardeşim Memedali hala salıncağında uyuyordu. Hiç ağlamıyordu ve annem ona meme vermiyordu. Anneme gittim, "Anne kardeşime meme vermeyecek misin?.. Sabahtan beri hiç karnını doyurmadın" dedim. Annem bana sarıldı, kucağına aldı, ağlamaya başladı. Hiçbir şey söylemedi. Büyük ağabeyim gelip beni annemin kucağından aldı, bahçeye çıkardı.

Bahçede ağabeyimle yan yana bir taşın üzerine oturduk. Beni yanaklarımdan öptü. O da ağlıyordu. "Daha altı aylık bile yoktu" diye kendi kendine bir şeyler söyledi. "Niye ağlıyorsun abi" diye sordum. "Yok bir şey, sen anlamazsın" dedi.

Hava kararınca eve girdik.

İdare lambaları yakıldı. Memedali hala salıncağında uyuyordu. Annem sandığının üzerindeki yatak ve yorganları kaldırdı, kapağını açtı. İçinden küçük bir bohça çıkardı. Bohçayı açtı ve oradan aldığı beyaz, ipek mendili babama verdi. Babam kardeşimin salıncağına gitti. Annem de beni kucağına alarak salıncağın yanına götürdü. Babam kardeşimin üzerindeki örtüleri kaldırdı. Memedali gözleri kapalı; uyuyordu. Üzerinde hiç çamaşırı yoktu. Çıplaktı. O kadar da güzel görünüyordu ki... Babam, annemin verdiği beyaz, ipek mendille kardeşimin bütün vücudunu, kollarını, ayaklarını ve küçücük el ve ayak parmaklarını ayrı ayrı sildi ve en sonunda o mendili kardeşimin yüzüne örttü. Ama vücudu açık kaldı. Hiçbir şey anlamadan babama bakıyordum. Babam bunları niçin yapıyor acaba?.. Evvelce, annem ve babam Memedali'yi yıkadıktan sonra, havlular ile kardeşimi iyice kurularlar, bazı yerlerine pudra tozu sürerlerdi. Memedali de kıpır kıpır kıpırdanır, agular yapar, ellerini ayaklarını devamlı oynatır, hep gülerdi. Ama bu kez Memedali'den hiç ses çıkmıyordu. Üstelik üzeri de açık kalmıştı. Böyle olursa, hasta olacaktı. Babama: "Baba, Memedali üşüyecek, üzerini örtsene" dedim. Babam, " Kardeşin artık üşümez oğlum" dedi. "O öldü!.." Babamın ne demek istediğini anlamadım. Annem, beni yere bıraktı, gitti yerdeki minderlerden birinin üzerine oturdu, yine, sessizce ağlamaya başladı. Yemek de yenmedi. Zaten benim de canım bir şey  istemiyordu. Sonra, erkenden yataklar serildi, hepimiz yattık. Memedali'nin üzeri açık kaldı, her zaman söndürülen idare lambası yanık bırakıldı.

Gece çok az uyuyabildim. Memedali'nin üzerinin açık bırakılmasına takılmıştım.  Ya üşüyüp hasta olursa?.. Bir de  babamın söylediklerini aklımdan çıkaramıyordum: "O öldü!.. O öldü!.." Babam ne demek istemişti acaba?.. Bir ara annemin yanına gittim. ona soracaktım. Annem bana sarıldı, içini çeke çeke ağladı durdu, soramadım... 

 Sabah hepimiz güneş doğmadan kalktık. Herkesten önce kalkan babam, büyük kazanı bahçeye çıkarmış, içine su koymuş ve altındaki odunları yakmıştı. Biraz sonra gelen imam, kardeşimi köpük köpük sabunlu sularla  yıkadı. Havlularla kurulayıp kundağa sardı. Babam ve annem hiç karışmadı. Buna da şaştım kaldım. Annem Memedali'yi kimselere emanet edemezdi. Benim kucağıma bile zor verirdi. Bu kez niçin böyle oluyordu, işin içinden çıkamadım.

Sonra, kardeşim babamın kucağında, hep birlikte camiye gittik. Annem ve köyün diğer kadınları evde kaldılar, gelmediler. Hepsi ağlıyordu, daha çok annem... Kadınlar anemi kollarından tutup eve soktular.

Namaz kılındı. Kardeşim kundaklanmış, babamın kucağında, yüzü  ipek mendille kapalı, arkasında imam, birkaç köylü komşu, ağabeylerim ve ben; büyük ağabeyimin elinden tutarak, "Ağaçlık" a geldik. Bir ara ağabeyime, "Memedali'nin yüzü kapalı, sıkılır, yüzü açılsın" diyecektim, diyemedim. Zaten konuşan kimse de yoktu. Bakalım burada ne olacak?..   

Ağaçlık'da, açılmış bir çukurun yanında durduk. Babam, Memedali'yi ağabeyimin kollarına verdi, kendisi çukura girdi. Ağabeyim tekrar kardeşimi çukurdaki babama verdi. Babam Memedali'yi yere; toprağın üzerine bıraktı. Yüzüne örtülü ipek mendili aldı, cebine soktu. Her iki eliyle kardeşimin bütün vucudunu, baştan ayaklarının ucuna kadar sıvazladı okşadı. Kendisine verilen tahtaları onun üzerine yerleştirdi ve çukurdan çıktı, çıkar çıkmaz, orada bulunanlar, sonra onlara babam ve kardeşlerim de katıldılar, ellerindeki küreklerle aldıkları toprakları acele acele çukura atmaya başladılar. Sanki, hemen, işlerini bitirip bir yere yetişeceklermiş gibi... Çukuru iyece kapattılar. Üzerini tümsek yaptılar. Memedali çukurun içinde kalmıştı. Ağaçlık'da buna benzer başka tümsekler de vardı...Neler olduğunu hala anlayamıyordum. Babam, ağabeylerim ve bütün bu insanlar neler yapıyorlar?.. Kardeşim o çukurun içinden nasıl çıkacak?... Kendi kendine çıkamaz ki... Babam daha sonra gelip Memedali'yi çukurdan çıkarıp eve getirecek mi?.. Çıkaracaksa, niçin çukura koyup üzerini örttüler?..

 O anda aklıma, babamın dün gece söyledikleri geldi: "O öldü!.. O öldü!.." İşte o zaman babamın ne demek istediğini anladım: "Kardeşim Memedali bir daha bizimle birlikte olamayacaktı. Artık onu asla göremeyecektim. Kardeşimi kucağıma alamayacaktım."  İki büklüm oldum, midem bulandı, kustum. Kabul etmemin olanaksız olduğu  bu gerçeği anladığım anda göz yaşlarımı tutamadım. Hıçkıra hıçkıra ağlayarak eve doğru koşmaya başladım...

 Babam, uzun yıllar, o gece kardeşimin yüzünü örttüğü beyaz, ipek mendili ceketinin mendil cebinde taşıdı. Hiç yıkanmadı o mendil. Sık sık mendili cebinden çıkarır, koklar, "Memedali'm kokuyor" derdi.

Yıllar sonra, babamın ceketinin mendil cebinde "O" mendili göremez olduk. Annem bir ara mendili almış, yine eski yerine; sandığındaki küçük bohçanın içine koymuştu. Ama babam küçük oğlu Mehmet Ali'yi ve kokusunu hiç unutmadı... "Onun hali bir başkaydı" deyip durdu... 

CENKHAN SANDIKCIOĞLU

Yorum ya da sorularınız için: bilgi@bilgipesinde.com

Diğer Web Sitelerimiz