ALİYE BERGER

Aliye Berger, 1903 yılında Şakir Paşa’nın altıncı ve sonuncu çocuğu olarak Büyükada’da dünyaya gelir. Sadrazam Cevat Paşa’nın yeğeni, yazar Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in ve ressam Fahrünnisa Zeid’in kız kardeşi, seramikçi Füreya Koral ve tiyatro sanatçısı Şirin Devrim ve ressam Nejad Devrim’in teyzesi, ressam Cem Kabaağaç’ın halasıdır.

Aliye Berger'in yaşam öyküsü:

Doğum tarihi: 24 Aralık 1903, Büyükada
Ölüm tarihi ve yeri: 9 Ağustos 1974, Büyükada

Kaynak: Antikalar.com

Aile Geçmişine Bir Bakış
Geçmişleri acı tatlı olaylar ve serüvenler ile dolu Şakir Paşa ailesi, İstanbul'un "kalbur üstü" ve soylu ailesi olarak tanınırdı. Soyağaçları, baba tarafından Türki memleketlerine, anne tarafından Girit'e dayanır. Erkek tarafı göçmen olarak Afyon'un Kabaağaç beldesine, din adamı olarak yerleştirilmişti. Ailenin sürmesini sağlayan Mustafa Asım Bey, asker olarak yetiştirildi. Albaylığa ve "askeri şura azalığı" gibi, o dönemde önemli olan, bir makama kadar yükseldi.

Erken ölümü üzerine, dokuz yaşındaki kızıyla beş ve yedi yaşlarındaki oğulları İstanbul'a getirildi. Cevat ve Şakir adındaki bu çocuklar baba mesleği olan askerliğe yöneltilerek, parasız yatılı okullara yerleştirildi.

Her ikisi de pırıl pırıl zekalarıyla, övgüler kazanarak, kurmay subaylığa ve paşalığa kadar yükseldiler. Bu kardeşler askerlik mesleğinden başka tarihçilik ve sanat alanında da ün yaptıkları gibi, siyasi görüşleri ve bilgileriyle de tanınıyorlardı.

Bunlardan büyüğü olan Cevat Paşa, Sultan Abdülhamit döneminin en genç sadrazamlarındandı. Fotoğrafçılığa yönelmiş olan Cevat Paşa sanatçı yönü olan bir kişiydi. Her markadan fotoğraf makinası toplayıp, koleksiyon yapmıştı. Çektiği fotoğrafların banyosunu evinde oluşturduğu karanlık odasında yapar ve kendisi başardı. Bu fotoğraflardan biri, 1901 yılında Paris'te ödül kazandı.

Yaklaşık beşbin kitaptan oluşan bir kitaplığı bulunan Sadrazam Cevat Paşa Osmanlı askeri tarihiyle ilgili yapıtlar da kaleme aldı. Cevat Paşa Abdülhamit döneminin sert tutumuna karşı kıpırdanmalar ile Paris'te odaklanan "Jön Türkler"e karşı ılımlı yaklaşımından kuşkulanan Padişah, onu görevinden alarak Şam'a sürdü. Ne var ki, sağlığı oranın havasıyla uyuşmadığından, neredeyse sedyeyle İstanbul'a getirildi ve genç denecek bir yaşta öldü. İki evliliğinden de çocuğu olmadığı için ismi, kendi çocuğu gibi sevdiği, yeğenine verildi. Bu çocuk, kardeşi Şakir Paşa'nın oğlu Cevat Şakir Kabaağaçtır ve "Halikarnas Balıkçısı" ismiyle tanınır.

Ailenin ikinci ünlü çocuğu Şakir Paşa'dır. Resim sanatına karşı ilgi duyan Şakir Paşa da ağabeyi gibi bir tarihçiydi ve Jön Türkler'in düşüncelerini benimsemeye eğilimliydi. Bu yüzden Harbiye Mektebi'ndeyken onyedi gün hapsedilmişti. Ağabey'i Cevat Paşa gibi o da yabancı dil bildiğinden, Osmanlı devletini yabancı ülkelerde iki defa elçi olarak temsil etti. Şakir Paşa da iki defa evlendi. İlk eşinden doğan oğlu baba mesleğini seçti. İkinci eşi Girit'ten getirilen Sare İsmet Hanım'dı. Sare İsmet Hanım el işi masa örtüleri yapmakta hünerliydi. İngiltere ve İtalya'da eğitim gören, ailenin büyük oğlu Cevat Şakir, gençlik döneminde başarılı bir ressamdı. Sürgüne gönderildiği Bodrum'u yazarlığıyla dünyaya tanıtıp, ün kazandı.

Şakir Paşa'nın büyük kızı Hakkıye Hanım (seramikçi Füreya Koral'ın annesi) el işlemeleriyle, ikinci kızı Ayşe Hanım ise piyanistliğiyle tanınırdı. Hakkıye Hanım Side'ye yerleşerek oradaki büyük bir konağı otele dönüştürmüştü. Selçuklular döneminden kalan eski yapıların renkli ve oymalı ahşap tavan, kapı v.b. öğelerini toplayıp, Side'deki otelinin tavanlarına ve kapılarına monte ederek, bu kalıntılara hayat veren kişiydi. Ailenin üçüncü kızı Fahrunnisa Zeyd, bilindiği gibi bir dünya ressamıydı. Ailenin son çocuğu bu makalemizin konusu olan Aliye Berger'dir.

Aliye Berger'in yaşamı
Aliye Berger, 1903 yılında Şakir Paşa’nın altıncı ve sonuncu çocuğu olarak Büyükada’da dünyaya gelir. Sadrazam Cevat Paşa’nın yeğeni, yazar Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in ve ressam Fahrünnisa Zeid’in kız kardeşi, seramikçi Füreya Koral ve tiyatro sanatçısı Şirin Devrim ve ressam Nejad Devrim’in teyzesi, ressam Cem Kabaağaç’ın halasıdır.
 
İpekli kumaşları boyalarla bezeyip, evinin duvarlarına asan, resmi kirlenince kirlenen yeri bir kelebek resmiyle, leke küçükse bazen bir tırtılla örterdi diye anlatır annesi Sare İsmet Hanım’ı. Aliye Berger, 24 Aralık 1903’te Büyükada’da dünyaya gelir.

Aliye Berger, eğitimine 1909 – 1912 yıllarında kurulmasına babasının öncülük ettiği Büyükada mahalle mektebinde başlar. Aliye’nin öğrenciliği bir iki yıl sürer, daha sonra Birinci Dünya Savaşı’na kadar Notre Dame de Sion’a devam eder, okul savaş nedeniyle kapatılınca İstanbul’da Fransızca öğrenim yapan Madame Braggiotti’nin okuluna gider. Bu arada, resim, müzik dersleri alır. Aliye’nin öğrenim serüveni 17 yaşında Fransız Büyükelçiliği’nde sınava girip diplomasını almasıyla tamamlanır. Sanatçı genç yaşlarında Voltaire, Strindberg, İbsen ve Dostoyevski gibi yazarlardan etkilenir, yazar olmak ister.

Aliye Berger’in gençlik yıllarında keman çaldığı, hiç resim yapmadığı bilinir. Kendisinin anlattığına göre çocukluk ve gençlik yıllarında üç kez resimle ilgilenir. Resme karşı ilk sevgisini babasının kitaplarını karıştırırken Çin resimlerini gördüğünde duyar. Ağabeyi Cevat Şakir’in İtalya’dan gelirken getirdiği çıplak kadın resimlerini gördüğünde resim sanatı ikinci kez ilgisini çeker. Babası Şakir Paşa bu resimleri gördüğünde çok kızar, köşkün her yerinden kaldırır. Aliye Berger çocukluk yıllarında gizlice tavan arasına çıkarak bu resimleri seyreder. Üçüncü kez ilgisi ise 17-18 yaşlarında iken ablası Fahrünnisa Zeyd, Büyükada’daki evlerinin bahçesinde resim yaparken bayılınca boyaları ve tuvali bahçede bırakıp içeriye götürülünce açığa çıkar.

Sıradışı bir aşk hikayesi:

1920 yılında Halife Abdülmecit Efendi’nin çağrısıyla İstanbul’a gelip, saray mensuplarına müzik hocalığı yapan Macar keman virtüözü Karl Berger’den keman dersleri almaya başlayan Aliye hocasına aşık olur. Kendisi 21 yaşındadır, hocası ise otuzlu yaşlarındadır. Karl Berger, işinde isim yapmış, yakışıklı ve felsefeye meraklı oluşuyla öğrencilerini etkileyen bir yapıya sahiptir. Çok geçmeden Aliye de bu etki alanına girer ve hocasına aşık olur. Çapkın olan Karl Berger’in başka ilişkileri de vardır; bunu bilen ve Aliye’nin durumunu fark eden ablaları Hakkiye ve Ayşe Hanım, Aliye’yi uyarırlar. Ancak Aliye ablalarına “Berger benimle evlenecek!” diyerek rest çeker.

“Bize müzik dersi vermek için gelirdi. Birinci görüşümde değilse, ikinci görüşümde vuruldum ona. Yıldırım çarpmışa döndüm. Ve iyiye, güzele doğru değiştim. Hırçındım, uysal oldum. İçime dönüktüm, dünyaya açıldım. Brahms, Beethoven, Bach’ı onunla yeniden keşfettim. Dostoyevski’de, Ibsen’de, Strindberg’de yeni anlamlar buldum onunla.”

Ailesi haklı çıkar ve Karl Berger Aliye’den uzaklaşmaya başlar, adı bir başka kadınla anılır. Bunu fark eden Aliye, bir gece elinde tabancayla Karl Berger’in bulunduğu eve gider ve kapıyı açan kişiye silah çeker, kurşun hizmetliyi (bazı kaynaklarda kadını ya da annesini gibi farklı kişileri) yaralar. Aliye 35 gün hapis cezasına çarptırılır, ancak doktor raporlarına göre suç asabiyetle işlenmiştir ve ve ailenin de sicili göz önüne alınarak Aliye serbest bırakılır. Bu olay, onun Karl’a olan sevgisi karşısında yapabileceklerinin sınırsızlığını gösterir. Aliye Berger, dindar annesine karşı bir müddet gizli de olsa Karl Berger ile birlikte yaşar. Yirmi üç yıllık beraberlik ne yazık ki Karl Berger’in ölümünden 6-7 ay kadar önce resmileşir. Karl Berger 1947’de ülkesine konser vermek için Ada iskelesine giderken sokakta kalp krizi geçirerek ölür.

Beraberlikleri boyunca eşiyle felsefe okuyan, ev dekorasyonu ile ilgilenip eşine kıyafetler diken Aliye Berger resimle ilgili değildir. Ancak Karl Berger’in ölümünden sonra yaşadığı acıyı unutmak için, Londra’da ablası Fahrünnisa Zeid’in yanına gider, burada gravürle tanışır ve hüzünlü anılarını metal plakalar üzerinde kazır. John Buckland Wright’ın atölyesinde eğitim alır. Wright, Yeni Zelanda’da kendi kendini yetiştirmiş bir sanatçı olarak Londra ve Paris’te çalışmış özgün baskı alanında ismini duyurmuştur. Aliye Berger, Wright’ın atölyesinde resim ve heykel çalışmaları yapar. Heykelden ziyade gravür çalışmalarındaki başarılı uygulamaları, sanatçıyı gravüre yönlendirir. Çeşitli desen ve yağlıboya çalışmaları da mevcuttur. 1951 yılında döndüğü İstanbul’da 140 parça gravürden oluşan, sanat çevrelerinin dikkatini çeken ilk kişisel sergisini açar.

O yıllarda Türkiye’de gravür çok yaygın değildir. Geçimi için manzaralar, tebrik kartları çalışır, ancak küçük gravürler zor satılır, halk siyah-beyaza alışkın değildir. Bedri Rahmi’nin, Ahmet Hamdi’nin de yaşadığı Narmanlı Han’a yerleşir, hem evi hem de atölyesidir artık. Dört odalı atölyesi caddeye bakar, han gece 12’den sonra kapanır, ama Aliye için farketmez, merdiven dayar her zaman açık olan mutfak penceresinden girer. İçinde kuş olmayan kırmızı bir kafesin bulunduğu mutfağında masanın üzerinde ekmek kırıntıları eksik olmaz, güvercinlerini yiyeceksiz kalmasın diye. Bir gün atölyesinde çıkan yangında tavan çöker, resimleri yanar. Ancak Aliye, yangın sırasında alevleri unutup kargaşada yastıklardan kurtulup uçuşmaya başlayan kuş tüylerini seyre dalar. 

Gravür kazma sürecinde, her zaman hayatında yer etmiş acıları, sevinçleri, anıları ve yaşamından kesitleri ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Küçük-büyük boyutlu gravürler, Berger’in iç dünyasını, yaşamını yansıtır. Kimi zaman fantastik kimi zaman gerçekçi bir yaklaşımla ele aldığı gravürlerinde, dışavurumcu bir anlatımı açığa çıkarmaktadır. Sanatçı kişiliğini, hikayeler ve söylencelerle destekler.

Yapı Kredi Bankası’nın 1954 yılında AICA (Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Birliği) Kongresi nedeniyle düzenlediği Türkiye’de İş ve İstihsal konusu ele alınarak özel bir konuma dikkat çekilmiş ve bir yarışma düzenlenmiştir. 1954’te başlayan AICA kongresi için İstanbul’da bulunan Paul Fierens, Lionello Venturi ve Herbert Read’den oluşan seçici kurul tarafından 38 katılımcı içinden 10 ödül belirlenir; birinciliği Aliye Berger’e verirler. Türk sanat ortamında seçici kurulun değerlendirme sonuçları üzerine tepkiler oldukça sert olur.

Aliye Berger genellikle, siyah-beyaz gravürler yapmış ve sürekli tekniğini geliştirme gayretinde olmuştur. 

Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Masal adeta gözlerinde! Pek az insan etrafında bu kadar güzel görebilir” diyerek güzelliklere olan aşkını dile getirdiği, Orhan Peker’in “Çağımızın en gerçek, en sevgili kadınıydı” dediği, hiç büyümeyen, merakını ve şaşma yeteneğini hiç yitirmeyen, Dostoyevski’den esinlenerek taktığı adla ailesinin Alyoşa’sı, dilinden düşürmediği “Hayatta her şeyi renkli görüyorum. Ve bu renklerin hepsini seviyorum” cümlesinde olduğu gibi rengarenk kıyafetleri, kıyafetlerine diktiği kelebekleri, çiçekleri, farklı makyajı, saçlarındaki renk renk kurdeleleri, boynuna bağladığı eşarplarıyla zaten bunu hep yansıtacaktır.

Aziz Nesin onu şöyle tanımlar: “En kötümser olduğunuz bir sabah evinizden çıktığınızda pembemsi çiçeklere durmuş bir ilkyaz dalı görünce, birden kötümserliğimizden kurtulup mutlulukla gülümseriz. Aliye Berger de bana, kış ortasında tomurcuklanıp çiçeklenmiş ve her zaman öyle kalmış bir ilkyaz dalı gibi gelirdi. Onun cin mısırı patlayışlarındaki ivediliğine, her mevsim renk renk çiçek açmış kış ortasındaki ilkyaz dalı verimliliğine baktıkça mutlulukla gülümserdim.”

“Güzellikleriyle, acılarıyla, aşklarıyla, ölümleriyle, başkaldırışım ve baş eğmelerimle, umutlarım ve umutsuzluklarımla yaşadığım, benim olan dünyayı yansıtmak istedim yapıtlarımda” diyen Aliye Berger, 9 Ağustos 1974 tarihinde, doğup büyüdüğü ve çok sevdiği Büyükada’da yaşama veda eder; kendi kişiliği gibi renkli bir törenle Büyükada’da defnedilir

Yorum ya da sorularınız için: bilgi@bilgipesinde.com