GÜLTEN AKIN

Gülten Akın, cumhuriyetin ilk yıllarında dünyaya geldi. Ocak ayının 23’ünde doğmuş bir kış bebeğiydi. Yıl; bin dokuz yüz otuz üç, yer; Yozgat. Sorgun’da büyümüş bir kadın, bugün tüm ülkenin geçmişini dizelerine dökebilecek kadar her soluğunu yaşamış bu ülkenin. Her insanıyla tanışmış kadar samimi, her gününü görmüş kadar yorgun.

Sevdanın Kara Saçlı Kadını: Gülten Akın'ın yaşam öyküsü:

Doğum tarihi: 23 Ocak 1933, Yozgat
Ölüm tarihi ve yeri: 4 Kasım 2015, Ankara

(Yazan:  Cansu Yumuşak)

Gülten Akın, cumhuriyetin ilk yıllarında dünyaya geldi. Ocak ayının 23’ünde doğmuş bir kış bebeğiydi. Yıl; bin dokuz yüz otuz üç, yer; Yozgat. Sorgun’da büyümüş bir kadın, bugün tüm ülkenin geçmişini dizelerine dökebilecek kadar her soluğunu yaşamış bu ülkenin. Her insanıyla tanışmış kadar samimi, her gününü görmüş kadar yorgun.

Sene bin dokuz yüz kırka gelirken, Gülten de Ankara’ya göç etti. Önce Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’nde, sonra ise Ankara Hukuk Fakültesi’nde okudu. Ankara kadar içe kapanık başlayan şiir yaşamında da bu yüzden önce İkinci Yeni Akımına yakın bireyci şiirlerle başladı. Daha sonra, Ankara kadar toplum kokan biri olduğunu keşfedip, toplumcu şiire döndü yüzünü.

Evlendi ve Anadolu’da Her Yere Gitti
Evlilik onun için kadınların yazgısı sayıldığı gibi, ayak bileğinden eve zincirli olmak değildi. Bin dokuz yüz elli altı yılında Yaşar Cankoçak ile evlendi. Birlikte bu dünyaya beş tane çocuk büyüttüler. Buna karşın, Yaşar beyin bir kaymakan olması sebebiyle Anadolu’nun çok şeitli yerlerinde çalışmak ve yaşamak için gittiler. Örneğin Gevaş’a, Alucra’ya, Gerze’ye, Saray’a… Maraş’a… Gülten Hanım boş durmadı buralarda, hukuk mezunu bir kadındı, ne de olsa. Yardımcı avukatlık, avukatlık ve öğretmenlik yaptı. Bin dokuz yüz yetmiş ikide Ankara’ya dönene dek, çalıştı.

Ankara’da ise, demokratik kitle örgütlerinin yeniden kuruluş çalışmalarında aktif bir rol alarak, yüzünü yeniden toplum için üretmeye döndü. İnsan Hakları Derneği (İHD), Dil Derneği, Halkevleri (HE) gibi birçok kuruluşun hem kuruculuğunu hem de yöneticiliğini yaptı.

Edebiyatla Buluşması
İlk şiiri, Son Haber gazetesinde bin dokuz yüz elli birde yayımlandı. Ardından Hisar, Varlık, Yeditepe, Türk Dili, Mülkiye gibi dergilerde de şiirleri çıktı. Başlarda şiirlerinin konusu doğa, aşk, ayrılık, özlem iken, daha sonraları ise toplumsal sorunlar ağır bastı. Seksen öncesinde halkın yaşadıkları, onun da hayatına ve şiirine yansıdı. Daha sonraki şiirlerinde toplumsal sorunlara yöneldi. Gezip gördüğü yerlerden aldığı esinle zenginleşen ve coşkulu bir insan sevgisiyle yoğrulan şiiri, toplumsal sorunları, yaşam-halk ilişkisini öne çıkardı.

Şiirlerinde büyük ölçüde folklor, yani halk bilimi öğelerinden büyük bir özenle yararlanmış. Şiir üzerine yazılarını bir araya getiren ve bin dokuz yüz seksen üç yılında yayınladığı “Şiiri Düzde Kuşatmak” kitabında, halk kaynağına inme isteğini, “Halkta var olan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek, şiiri yükseltirken halkın yaşamının ve yaşam biçimlerinin yükselmesine yardımcı olmak” sözleriyle açıklamıştır.

Toplumcu gerçekçi şiirini oldukça iyi özümsemiş, halk şiiri geleneğinden etkilendiği bilindiği ve bunu kendisi de sıkça dile getirdiği hâlde halk şiirinin basmakalıp ifadelerine şiirlerinde yer vermemiştir. Son dönemin en büyük Türk şairlerinden sayılması belki de biraz bununla ilgilidir. Şiirlerinde Anadolu insanın şiirini yakalamayı amaç edinmiş gibidir. Muhtemelen de bu düşünceden yola çıkarak, bazı şiirlerinde halk söyleyişlerini olduğu gibi kullanır.

Yaşlılık dönemi
Doğan Hızlan onun şiirini “köyden kente yalın ayak giren insan” dizesiyle açıklamaktadır. Bu köyden kente göçmüş insan da, kendi geçmişinden yola çıkıldığında yakından tanıdığı bir figürdür. Bu figür, sonradan, şiirlerinde sıklıkla ve ustalıkla işlediği bir tema olacaktır. Şiirlerinin başat teması ise, aslında çocuklardır. Acıyı da umudu da genellikle çocuklar üzerinden verir. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, oğlu cezaevindeyken yaşadıklarıdır.

Şiirleri pek çok dile çevrilmiş ve kırktan fazla şiiri bestelenmiştir. Bestelenen en ünlü şiirlerinden biri, Sezen Aksu’nun 1993 tarihli albümüne adını veren Deli Kızın Türküsü’dür.

2000’li Yıllar
Sene iki bin sekize geldiğinde Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ölümünden sonra Milliyet gazetesinin yaptığı yaşayan en büyük şair araştırmasında Gülten Akın en çok oyu aldı. Bundan sonra, şiirinde bir doruk noktası olarak nitelenen Beni Sorarsan adlı kitabını iki bin on üç yılında yayımladı ve bu kitabı ile Metin Altıok Şiir Ödülü’ne layık görüldü. Yaşamının her anını, yaşadığı her şeyi ince ince eleyerek ve elediklerini dağıtıp dünyayı güzelleştirerek geçirdi. Gülten Akın, şiir dışındaki edebi türlere fazla ilgi göstermedi ancak yedi adet kısa oyun yazdı. Ürettiği tiyatro metinlerinde kadın, evlilik, düzene yönelik eleştiriler, yoksulluk, yalnızlık, yaşlılık ve yabancılaşma gibi konular üzerinde durdu.

Aldığı Ödüller
1955 – Varlık şiir yarışmasında birincilik ödülü
1964 – Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü, Sığda ile
1972 – TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda Başarı Ödülü, Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı ile
1976 – Yeditepe Şiir Armağanı, Ağıtlar ve Türküler ile
1991 – Halil Kocagöz Şiir Ödülü
1992 – Sedat Simavi Edebiyat Ödülü
1999 – Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü
2003 – Dünya gazetesi Yılın Telif Kitabı Ödülü
2008 – Erdal Öz Edebiyat Ödülü
2014 – Metin Altıok Şiir Ödülü

Ancak belki de, kendisine verilmiş en güzel ödüllerden biri, Cemal Süreya’nın ona taktığı Ümmüşiir lakabıdır. Ümmüşiir, Şiirin Anası anlamına gelmektedir. Hem bir anne, hem bir şair, hem de bir sokak kavgacısı olarak, Gülten akın bu unvanı her harfi ile sonuna dek hak etmiştir.

Yaşamının Sonu
Onu en çok etkileyen ve üzen olaylardan biri, oğlunun cezaevine girişini dışarıdan izlemek zorunda kalan bir anne olması idi. 

Oğlu bin dokuz yüz seksenlerde, Ankara’da bir banka soygununa katıldığı gerekçesiyle tutuklandı. Daha sonra dosyası Şentepe Devrimci Yol davasıyla birleştirildi. Gülten Akın, oğlunun önce müebbet hapse mahkum edildiğini gördü. Ancak sonra cezası Yargıtay tarafından bozuldu. Ancak Gülten Akın oğlunu bu süreçlerde hiçbir zaman yalnız bırakmadı. Kendisi, nasıl ki toplumun cinsiyetinin etrafına ördüğü duvarları yıkmayı başardıysa, oğlunun cezaevi günlerinde yaşadıklarını şiirine yansıttı. Böylece, duvarların içerisindeki seslerin dışarıda yankılanmasını sağladı. Bin dokuz yüz seksen altıda yayınlanan 42 gün adlı kitabında Mamak Cezaevi’nde süren açlık grevini anlattı.

Geri kalan yaşamını ise Balıkesir’in Burhaniye ilçesinde sürdürdü.

4 Kasım 2015 tarihinde, tedavi görmekte olduğu hastanede hayatını kaybetti.
Cenazesi 6 Kasım 2015 Cuma günü Kocatepe Camii’nden kaldırılarak Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.

 

Gülten Akın'ın yepyeni, kıpkısa, depderin şiirleri (HAYDAR ERGÜLEN 04.11.2018)

Gülten Akın, klasik biçimde bir ‘dize şairi’ deyip geçemeyeceğimiz bir şair. Çok güzel dizeler yazmak için yazanlardan değil. Sözün boşa gitmesini istemeyen, sözcükleri boşuna yormak istemeyen, onları da canlı varlıklar olarak gören, organik, hakiki bir şair

Gülten Akın, Eylül 1995’te yayımladığı Sonra İşte Yaşlandım (YKY) kitabıyla yepyeni bir şiir dönemine girdi. 62 yaşında başlayan bu dönemde, daha sonra yayımlayacağı 4 kitapta da rastlayacağımız kısa şiirlere yöneldi. Tümüyle kısalmadı şiiri, ama kıpkısalarda da derinliği arttı, çoğaldı ve son kitaplarındaki bu şiirler de onun ‘unutulmazlar’ı arasındaki yerini aldı.
 
Sonra İşte Yaşlandım’daki “KISA ŞİİR/bir” belki de bu dönemin ve kitabın ilk kısası olması nedeniyle en bilinen, en çok tekrarlanan ve hatırlanan şiir oldu: “Bir roman kadar uzun bu tümce,/-Sonra işte yaşlandım.” (agy., s.7) Tam olarak bir ‘mırıldanma’ diye bakıyorum bu şiire. Başkalarının da vakti gelince mırıldanması için mırıldanılmış. Söylenmiş ya da yazılmış değil, okunmak için de değil. Yalnızca ve ancak, insanın vakti gelince mırıldanması için.

Aynı kitaptaki “KISA ŞİİR”lerden ikincisi ise hem bir ‘anımsama’ gibidir hem de tenin de bir belleği olduğuna işaret eder: “Hızlı öpüşlerle lekelenir ten/uzun kalır usul öpüşlerin anıları” (s.9) 

Kısalardan dördüncüsü ise nasıl okunursa okunsun, ister dize, ister cümle, ister aforizma, “geçmek, acıyı getirir daima” (s.13), hep derinliğine duyumsanacak ve her okuyuşta insanı durduracaktır. Öncelikle çooooook uzun zamanların, anıların, acıların güngörmüş bir ifadesi olarak okunabilecek bu dize, öte yandan şiir ve yaşam arasındaki organik ilişkinin hakikiliğini de gösterecektir. Tek başına bile çok etkileyici olan bu dize, kısa şiirlerin birincisiyle beraber okunduğunda da yeni anlamlar kazanarak, çoğalmayı ve hareketi sürdürecektir: “Bir roman kadar uzun bu tümce,/-Sonra işte yaşlandım/geçmek, acıyı getirir daima”. Yukarda vurguladığım gibi, nasıl okunursa okunsun, hep bir şiirin ‘süzülmüş’, ‘damıtılmış’ halinin de en kısa, en yoğun örneği olarak kalacaktır. 

Beşinci kısa şiiri ‘dilin şiddeti’ne karşı müthiş bir eleştiri diye okudum, aynı zamanda da bir yanıt olarak, ‘şiirin şiddeti‘ diye: “Enkazına havlanıyor terkedilmiş dilin/gece köpek içinde”. Havlanmak: Bir kumaşın üzerinde hav oluşması. Peki bu dizede ne oluşuyor? Havlamaktan avlanmaya, hayıflanmaktan ağlamaya pek çok şey.

Kısa şiirlerin altıncı ve yedisi ‘suskunluğa’ dair bir diyalog sayılır. İlkinde “Her konuşma bir şeyi değiştirir hayatımızda/Sustum durdum geriye geriye çekilerek” derken, ikincisinde “Sözlerin bumerang gibi/döner yaralarsa seni/ağzın dilin gereksizdir/susarsın” diyerek, en gözde izleklerinden ve nerdeyse bir antoloji oluşturabilecek çokluktaki ‘susma’ ve ‘konuşma’ ikiliğine yeni deyişler katar. Burada ve daha sonra anacağım kimi kısalarında, başka yazılarımda da değindiğim bir ‘akrabalık’tan söz etmek de mümkün. Bu şair Behçet Necatigil olunca, akrabalık daha da yakınlaşır ve kardeşliğe dönüşür, “yol bir sürek bir” anlayışına uygun biçimde, aynı yolu farklı süren iki kardeş şairdir onlar. Gülten Akın, Necatigil’in özellikle Bile/Yazdı kitabındaki ‘şiir uçları’na yakın söyleyişler tutturur kimi yerde. Kısaların ondördüncüsü gibi: “Çağ açıklanır varlığıyla kimi şeylerin/geçmiş, yokluğuyla açıklanamaz” (s.35) 
Onbirinci kısa, Gülten Akın’ın kendi şiirine karşı bir ‘sürpriz’i gibidir: “Solaktır/ boynuna çizildi doğarken/sol yanında Allahın gülünü taşıyor”. 

Kısalar, kıpkısalar bu dönemin ikinci kitabı olan Sessiz Arka Bahçeler’de de (YKY, 1998) sürecektir: “İtip beni/balıma dadanan bu çağı sevmedim” dizeleri, ‘Bir Çağ Yangını‘nda yazan şairin “Kimse” olma halinin halince söylenişidir. “Çağ“ vurgusu Necatigil’le olan şiirsel yakınlığının ortaklaştırdığı sözcük, kavram ve imgelerden başlıcasıdır. Çoğu kere telaffuz bile etmeden şikâyet, serzeniş ve itirazını yönelttiği şey çağdır. Ve iki şairde de aynı duyarlılık boyutunda bir karşı çıkışın simgesidir.

Çağın en kapsamlı, içten, yakıcı eleştirisini 'Mavi Kuş' şiirinde yapar Gülten Akın. Uzak Bir Kıyıda (YKY, 2003) kitabında yer alan şiir şöyle başlar: “Mavi kuş uzak tellerde, şehirlerimiz güç/işgal altındayız/dışa düşen hayat hayatımız/onu oralara biz atmadıksa/kimdi, kimler” (agy., s.41)

Kıpkısa yopyoğun depderin şiirlerden biri de, Gülten Akın’ı belki de en farklı kılan, onun toplumcu anlayışı içinde bireyin gerçekliğini hep gözeten tutumunun örneği olarak okuduğum “Pazar” şiiri: “Pazar çocuk kızların nesidir/ten kafesidir”. Ve Gülten Akın şiirinin sürekliliğini duyuran, onun hem düşüncesinin hem ahlakının hem de şiirinin en yüksek buluşmalarından biri olan 'Saf' şiiri: “En ağır sınavdan en saf olan geçer/öder geçer” (s. 35). 'Ayvaz Ağıdı' şiirinin sonunu hatırlayalım: “Yol olmuştur en yiğidin yanması/sana bu ataştan çokça pay düştü.” Umutsuz zamanlarda bile kadının, insanın, toplumun direncini yazan şairin inadının, sözünde diretmesinin belgesi ve tanığıdır bu dizeler. Onların yakınlığı, sürekliliğidir.

2007’de yayımlanan 'Kuş Uçsa Gölge Kalır’da (YKY, 2007) kısalar, başlıksız şiirler olarak yer alır ve kitap “Ötekini oku, derinde dipte duranı” dizesiyle başlar. Sanki her kitabına bir savsöz saklamıştır şair. “bende bir gülten kaldı/hangi başa diksem yabancı” deyip sonsuz yolculuğa çıkmaya birkaç yıl kalmıştır.

Son kitabı 'Beni Sorarsan' (YKY, 2013) yayımlandığında 80 yaşındadır. “Türkçenin yaşayan en büyük şairi” seçileli çok olmuştur. Benim itirazımı da anlamıştır, ‘en büyük’ ne ki, Gülten Akın Türkçenin en incelikli şairidir! Kitabın önsözü olarak yazdığı “Ağır, Çok Ağır Dünya!” yazısı da bir vedadır: “Beni sorarsan,/Kış işte/ Kalbin elem günleri geldi”.

Gülten Akın, klasik biçimde bir ‘dize şairi’ deyip geçemeyeceğimiz bir şair. Çok güzel dizeler yazmak için yazanlardan değil. Sözün boşa gitmesini istemeyen, sözcükleri boşuna yormak istemeyen, onları da canlı varlıklar olarak gören, organik, hakiki bir şair. Tüm varlıklara saygı duymanın önkoşuluyla yetişmiş, düşünmüş, yazmış olduğu için de şiiri bazen yeterince ‘sıcak’ gelmeyebilir, ‘mesafeli’ bulunabilir. Zamana direnen, içe işleyen bu şiirler bize hakikatı duyurmaya çalıştığı için aynı zamanda ‘mesafeli’dir de. Çünkü gerçekler kolay kolay değişmez ve onlarla başetmesi için yazılan şiirlerin de, tıpkı ‘çeliğe su verilmesi’ gibi, kalıcı, yakıcı, dirençli olması gerekir. Bu da şiirin ‘soğukkanlı’ ve ‘mesafeli’ olmasını gerektirir. Son kitabı “Şiir”le biter: “Şiir bizim eski suç ortağımız/Biz ne işledikse onunla işledik.”

Yorum ya da sorularınız için: bilgi@bilgipesinde.com