HİROŞİMA

Batı Japonyanın Çugoku bölgesinde bulunan Hiroşima, nükleer saldırıya maruz kalan ilk şehir olarak dünya tarihindeki yerini aldı. 6 Ağustos 1945'te insanlık tarihine kara bir leke sürüldü.

İnsanlığın kaybettiği yer: Hiroşima 

Batı Japonyanın Çugoku bölgesinde bulunan Hiroşima, nükleer saldırıya maruz kalan ilk şehir olarak dünya tarihindeki yerini aldı. 6 Ağustos 1945'te insanlık tarihine kara bir leke sürüldü.

6 Ağustos 1945 Pazartesi günü II. Dünya Savaşı’nın son aşamasına gelindiğinde, saatler 08.15’i gösterirken Amerika Birleşik Devletleri ‘Enola Gay’ adlı B-29 bombardıman uçağından bıraktığı Uranyum-235 tipi ‘Little Boy’ (Küçük Oğlan) isimli atom bombasıyla nükleer saldırıyı gerçekleştirdi. Atom bombası ’Little Boy’, Hiroşima’ya tam 43 saniyede düştü ve saatler 08.16’yı gösterirken yaklaşık 600 metre yükseklikte patladı.

Bomba, düştüğü yere 500 metre uzaklıktaki alan içindeki tüm insanların yüzde 90’ının ölümüne neden oldu. İlk anda 70 bin kişinin yaşamına bir anda son veren saldırı, takip eden hafta içerisinde ise 30 binden fazla kişinin hayatına mal oldu. Hatta bazı kaynaklara göre ölü sayısı toplamda 140 binin üzerine çıktı.

Amerika Birleşik Devletleri Japonların hayat ve hareket tarzlarını araştırarak onların en çok dışarıda oldukları saati saptayarak saldırı saatini kararlaştırdı.

Bu bomba, ilerleyen dönemlerde kansere ve çeşitli radyasyon hastalıklarına sebep oldu. Askeri tarihte gerçekleştirilen yegane nükleer saldırı olan Hiroşima felaketi, bombanın atılmasından hemen sonra yayılan radyasyon ile birçok çocuğun ve yeni doğan bebeğin genetik hastalıklara maruz kalmasına neden oldu.

Hızlı nötronların ölümcül gücü transmutasyona ve kimi metallerin başka metallere dönüşmesine neden oldu. Bombanın etkisi öylesine şiddetliydi ki, radyasyonun çarptığı bir bakır parçası nikele dönüşmüştü ve incelemeye alındı.

Hiroşima’da yaşayan ve 3. sınıfa giden Hatsumi Sakamoto adlı çocuk saldırıyı anlattığı şirinde şu ifadeleri kullandı: "Atom bombası atıldığında gün geceye döndü ve insanlar bir anda hayalet oldu." 

Saldırıdan sonra şehirde yıllarca bitki bile yetişemeyeceğini iddia edenlere en iyi cevabı vermek ve gelecek nesilleri bu katliam konusunda bilinçlendirmek amacıyla yıllardan beri iktidara gelen tüm Japon Hükümetleri, şehrin bir park gibi inşa edilmesi için çalıştı.

Japonya’yı savaşa sürükleyen etkenlerin başında Japon Kraliyet Ordusu gösterildi. Zira bu ordu, faşist bir askeri azınlık olmasına rağmen yönetimi devraldı ve ülkeyi kaosun ortasına sürükledi. Ordu yönetimi devraldıktan sonra, ‘Japon ırkının yönetmek için doğduğu ve diğerlerinin köle olarak hizmet etmesi gerektiği’ politikasını savundu ve felaket kaçınılmaz oldu.

Diğer taraftan, Hitlerin Avrupa’da gün geçtikçe ilerlemesi ve özellikle Musevilere bir soykırım politikası uygulaması tüm dünyanın tepkisini çekti. Endişenin gitgide büyüdüğü savaş yıllarında bardağı taşıran son damla ise, Hitler’in atom bombası üretmeye karar vermesi oldu. Führer’in bir atom bombası üretilmesi amacıyla araştırmalara başlanması talimatını verdiğini duyan Macar asıllı Musevi fizikçi Leo Szilard, dönemin ABD Başkanı Roosevelt’e bir mektup yazarak durumu bildirdi. Bu mektupta Nobel Ödülü sahibi fizikçi Albert Einstein’ın da imzası yer alıyordu.

Bunun üzerine, ilk kez 1942’de bir atom bombası üretme çalışmalarına başlayan Amerika Birleşik Devletleri bu programa ‘Manhattan Projesi’ adını verdi ve bomba toplamda 120 bin kişinin katılımıyla üretildi.

- Bombanın atıldığı tarihte ABD Başkanlığı görevinde bulunan Truman, Hiroşima’ya atılan atom bombası ile ilgili ayrınıtılı bilgileri halka sesleniş konuşmasıyla açıkladı: "Hiroşimaya atılan atom bombası 13 Şubat 1945’te 130 bin Alman askerinin ölümüyle sonuçlanan Dresden Katliamı’na neden olan on tonluk bombalardan yaklaşık 2 bin kat daha güçlüdür. Atom bombasının Almanlardan önce keşfedilmiş olması insanlığı kurtarmaya yönelik çok önemli bir zaferdir."

Ekim 1942’de, İkinci Dünya Savaşı’nın esas yükünü Sovyetler Birliği çeker hale geldi. Andrew Rothstein’ın 1951’de yazdığı ‘Sovyetler Birliği Tarihi’ adlı kitabına göre, tam da bu sırada dönemin İngiliz Başbakanı Churchill, İngiliz Hükümeti’ne gizli bir memorandum sundu. Churchill’e göre savaşla birlikte ‘Rus barbarlığı Avrupa’nın köklü devletlerinin kültür ve bağımsızlığını ciddi şekilde tehdit edecek düzeye geldi ve bu tehdit savaştan hemen sonra İran, Irak, Türkiye ve Yunanistan’ın Kızıl Ordu tarafından işgal edilmesiyle ile bambaşka bir boyut kazanabilirdi’

Siyaset bilimci uzmanlara göre bombanın kullanılma nedeni sadece İkinci Dünya Savaşı’nı bitirmek değildi. ABD bu bombayla aynı zamanda SSCB’ne gözdağı vererek Soğuk Savaş’a bir adım önde başlamak istedi. Avrupa’da artan Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanını daraltmak ve bu ülkeye uyarıcı bir mesaj iletmek için atom bombalarının kullanılması uygun bulundu. Dolayısıyla, Soğuk Savaş bu memorandum ile başlamış oldu ve atom bombasının da bu dönemin ilk ayağı olması kararlaştırıldı.

6 Ağustos 2005’te Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Muhammed El Baradey, Hiroşima ve Nagasaki kentlerine 60 yıl önce Amerika’nın attığı atom bombasının yaptığı yıkımın, insan hayatı için nükleer silahların ortadan kaldırılması gerektiğini gösterdiğini söyledi.

Saldırıdan sonra 1948’de, İngiliz fizikçi P. M. S. Blackett konuyla ilgili bir açıklama yaptı: ‘’Çözümlemelerimiz sonunda, bombanın 6 Ağustos’ta çok acele bir kararla atılmasının hiçbir askeri nedeni olmadığını görüyoruz. Ama politik bir nedenin varlığı açıkça görülebiliyor. Bu daha çok savaş sonrasındaki dünyada kuvvetler dengesini belirlemeye yönelik yapılmış bir saldırıdır. Atom bombasının atılması İkinci Dünya Savaşı’nın son askeri eylemi değil; Sovyetler ile şimdi gelişmekte olan Soğuk Savaş’ın ilk eylemi olmuştur’’

Fizikçiye göre, savaşın galibi ünvanını Sovyetler'e kaptırmak istemeyen ABD, peş peşe attığı iki atom bombasıyla hem nükleer üstünlüğü ele geçirdi, hem de Soğuk Savaş döneminde belirleyici bir rol oynadı.

Bilim adamlarının, atom bombasından yayılan radyasyonun insanlar üzerindeki zararlı etkilerini araştırabilmesi amacıyla, içinde 2 binden fazla radyasyondan etkilenmiş organın saklandığı Japonya Tıp Akademisi’nde bulunan bir laboratuvar.

Atom bombası kurbanlarının bir çoğunda’atom bombası kataraktı’ diye adlandırılan bir rahatsızlık oluştu. Patlama anında kurbanların gözbebekleri merkeze doğru saydamlaştı.

Atom bombalarının patladığı anda Hiroşima ve Nagazaki kentlerinde bulunup hayatta kalan nükleer gazilere ‘hibakusha’ adının verilmesi kararlaştırıldı. Japon Hükümeti’nin 31 Mart 2007 tarihli araştırmasına göre bugün 250 bin ila 400 bin civarında hibakusha halen hayattadır.

Bölgedeki saatlerin hemen hemen tamamı patlama anı olan 08:15'te durdu.

Japon eğitim uzmanları eğitim sistemimizi incelemek üzere Türkiye’ye geldiklerinde, Hiroşima felaketi ile ilgili Başbakan Turgut Özal ile Japon diplomatlar arasında ilginç bir diyalog geçti. Birçok bürokratın da hazır bulunduğu bir ortamda raporlar sunuldu ve Japonlar sonucu şöyle açıkladı : “Sizin eğitim sisteminizde milli ruh yok!” 

Bunun üzerine Turgut Özal şaşırdı ve “Nasıl yani?” diye sordu. Japonlar ise şöyle devam etti: “Biz Japonya'da okula başlayacak çocuklarımıza milli ruh şoklaması yaparız. Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir; dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir; ülkemizin gücünü gösteririz. Sonra da bu yavrularımızı alır; Hiroşima ve Nagasaki'ye götürür; orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösterir ve deriz ki: Eğer siz bilinçlenmez ve az önce gördüğünüz teknolojiye sahip olmak için çalışmazsanız sonunuz böyle olur.” 
Bu sırada Türk bürokratlardan biri atıldı: “Ama bizim Hiroşima'mız yok ki!”
Japon uzmanın cevabı ise tokat gibiydi: “Sizin Çanakkale'niz on Hiroşima eder!”

Saldırı üzerine onlarca belgesel ve sinema filmi çekildi; yüzlerce kitap ve makale yazıldı; televizyon programları yapıldı. Bu yayınlar tüm dünyayı siyasetten sanata, ekonomiden edebiyata kadar her alanda etkiledi.

Bu çalışmalardan bir tanesi olan Fransız yönetmen Alain Resnais’in filmi ‘Hiroshima Mon Amour’ (Hiroşima Sevgilim), film eleştirmenleri tarafından katliam üzerine yapılmış en büyük sanatsal çalışma olarak gösterildi. Düşman ve düşmanın algılanışını sorgulayan film, unutmak ile anımsamak kavramlarını izleyiciye yeniden yorumlattı ve savaşın insanlar üzerinde bıraktığı psikolojik hasarı da gözler önüne serdi. Belgesel tadındaki film, saldırı madurlarının ruh halinin kamuoyu tarafından daha iyi anlaşılmasında büyük rol oynadı.

Film aynı zamanda sanatta bir çığır açtı ve ‘Nouvelle Vague’ (Yeni Dalga) akımına yepyeni bir bakış açısı getirdi. 1959’da Cannes Film Festivali’nde özel ödüle layık görülen film, konusunun siyasal hassasiyeti sebebiyle dönemin Birleşik Devletler Hükümeti’ni rahatsız etmemek amacıyla listeden çıkarıldı. Buna rağmen film 1960’ta Oscar aldı.

Nükleer silahsızlanmayı desteklenleyenler ve Hiroşima felaketini kınayanlar arasında birçok ünlü isim yer aldı. Einstein’ın saldırıyla ilgili düşünceleri ilgi çekiciydi. Deha, 5 Mayıs 1930’da İngiltere Tıp Akademisi’nin ‘En İyi Doktor’ ödülünü alırken Hiroşima nükleer saldırısıyla ilgili şu sözleri sarf etti: ‘’Ben atomu insanlığa hizmet etmek için buldum. Onlar bomba yapıp birbirlerini yok ettiler. Böyle olacağını bilseydim, bir ayakkabı tamircisi olurdum’’ Pablo Picasso ise Einstein’ın buluşunu ve felaketi şöyle yorumladı: ‘’Her olumlu gelişmenin olumsuz bir bedeli vardır. Einstein’ın dehası da Hiroşima’ya öncülük etti’’ Bertolt Brecht de Einstein’ın atomu bulması ile geliştirilen bombanın yıkıcı etkisiyle ilgili düşüncelerini değerlendiren bir başka ünlü isim: ‘’Atom Çağı Hiroşima’da başladı ve bir gecelik, fiziğin yeni sisteminin kurucusunun hayat hikayesini farklı bir gözle okumamızı sağladı’’
 
Tüm bu ünlüler arasında Nazım Hikmet’in Hiroşima’ya olan hassasiyeti ise Japon halkının gönlünde ayrı bir yer edindi. Şairin, atom bombasıyla 7 yaşındayken öldürülen bir kız çocuğunun on yıl sonraki barışa çağrısını anlatan ‘Kız Çocuğu’ adlı şiiri, Hiroşima’daki anma törenlerinde defalarca okundu ve aynı zamanda şiir birçok sanatçı tarafından bestelenerek seslendirildi.

Zülfü Livaneli Nazım Türküsü’nde, Fazıl Say ise Nazım Oratoryosu’nda bu şiir üzerine yaptıkları besteye yer verdiler. Bu besteler daha sonra Funda Arar tarafından seslendirildi. Felaketle ilgili Bulutsuzluk Özlemi’nin de bir şarkısı bulunmaktadır.

Uluslararası müzik piyasasında da yankı uyandıran Nazım Hikmet’in bu şiiri, Pete Seeger, Chitose Hajime, This Mortal Coin ve The Byrds tarafından yorumlanarak albümlerdeki yerini aldı. Japonca’ya da çevrilen şiir, Japon işçi sınıfını ve savaş karşıtı kesimi 60’lı yıllar boyunca etkilemeye devam etti.

İşte Nazım Hikmet’in o şiiri: 
"Kapıları çalan benim, kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli, oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki kağıt gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı teyze, amca bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler."

Dönemin siyaset akademisyenleri Hiroşima’ya atılan atom bombasını öncelikli olarak ahlaki açıdan değerlendirdi. Atom bombalarının kullanılması için hiçbir koşulda geçerli bir sebebin olamayacağını savunan bilim adamları, felaketi ‘devlet terörü’ olarak nitelendirdi. Zira siyasi bir amaç uğruna sivillerin hedef olarak seçilmesi ve askeri gücün orantısız bir şekilde bu insanlar üzerinde kullanılması terörün tanımıyla birebir uyuşmaktadır.

Sosyolog Kai Erikson’a göre Hiroşima atom bombası saldırısı askeri tesislerin yok edilmesinden çok, bu şehirdeki sivil halk yoğunluğunu yok etmeyi hedefledi.

Princeton Üniversitesi profesörü Richard Falk terörizmin en büyük düşmanı ABD Hükümetleri’nin Hiroşima’da terörizmin en büyük örneklerinden birini sergilediğini savundu. Ona göre bu katliam ile savaş sırasında insan hakları ihlal edildi ve insanlığa karşı bir büyük bir suç işlendi. 

Siyaset bilimciler dış politikada kitle imha silahlarının kullanılmasına olan eğilimin Hiroşima saldırısıyla yasallaştığını varsaymaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan önceki sivillere saldırmama tabusu da bu saldırı ile yıkılmış oldu.

Melih Cevdet Anday da felaketi bir dörlükle ananlar arasındaydı.

Büyükbabam, babam, ben,
Küçük oğlan, kız, damat...
Gelişimiz teker tekerdi, 
Gidişimiz cümbür cemaat. 

Yorum ya da sorularınız için: bilgi@bilgipesinde.com