Gibi Olmak

Gibi Olmak Turgay Fişekçi / / Sözcükler / Bilgi Peşinde / Kimi semtlerde akşamları içki içilirken şiir okunan/dinlenen yerler var. Birkaç kez Beyoğlu’nda böylesi ortamlarda bulundum. Buralarda karşılaştığım, şiire ilgi duyan insanlar beni birkaç yönden şaşırttı.

… Gibi Olmak

Kasım 15, 2009 Geliştirici: bfisekci

Kimi semtlerde akşamları içki içilirken şiir okunan/dinlenen yerler var. Birkaç kez Beyoğlu’nda böylesi ortamlarda bulundum. Buralarda karşılaştığım, şiire ilgi duyan insanlar beni birkaç yönden şaşırttı.

Gördüğüm, bu insanların şiir meraklarını bilgiyle besleyecekleri yerde, söylencelerin kanatlarıyla uçmakta olduklarıydı.

Sözgelimi bir Rimbaud söylencesidir gidiyordu. Sanki Rimbaud’un yaptıklarını yapabilseler (her tür otoriteye karşı çıkmak, eşcinselliği denemek, uzak diyarlara gidip oralarda yıllar geçirmek, genç sayılacak yaşlarda ölmek…) onlar da o denli büyük şair olacaklardı.

Bir başka “takıntı” da, Orhan Veli benzeri, hayatlarının genç ve trajik bir biçimde son bulmasıydı. Bu durumda da, yazdıkları şiirlerin ardlarından ünleneceğini düşünüyorlardı.

Bütün bu düşünce ve davranışların yoğun bir alkol yükü altında geliştirildiği, konuşulduğu, uğruna kavgalar edecek denli benimsenildiği de unutulmamalı.

Bu tablo, geleneklerimizde son derece güçlü izleri olan sözlü kültürle beslenmenin altını çiziyor. Duyduklarınızı önce inanıp benimsiyor, sonra da geliştirip yüceltiyorsunuz.

Şiir de öteki sanatlar gibi, öğrenilebilir bir sanat türüdür. Okulu olmasa da şiirin dününü bugününü öğrenebileceğimiz kitaplar vardır. Şiir yazmak, dahası yazdığı şiirle kalıcı olup, gelecekte de anımsanmayı isteyen birinin önce yapmak istediği işi öğrenmesi gerekmez mi? Bir işin öğrenilmeden yapılabildiği nerede görülmüş? İlhan Berk, “yeryüzünde benim haberim olmadan şiir yazılamaz,” der, dünyanın her yerinde yazılan şiirle ne denli ilgili olduğunu göstermek için. Bırakın yeryüzünü, şiir meraklıların geniş çoğunluğunun çağdaş şiirimizin büyük şairlerini bile tek tük örnekler dışında bilmedikleri sık sık karşıma çıkıyor.

Hem bu insanlar şiirle ciddi biçimde ilgileniyor olsalar, başka sanatlarda olduğu gibi şiirde de başarı kazanmanın yolunun başka sanatçılara benzemek değil, benzememekle, her sanatçının kendine özgü dünyasından bir özgün sanat toplamı çıkararak başarıya ulaşabileceğini öğrenmiş olurlardı.

Bir sanatçının yapıtlarından etkilenmek, dahası onun ürünlerine öykünmek anlaşılır bir şeydir. Ancak farklı bir çağda, bambaşka koşulların sonucunda ortaya çıkmış bir sanatçının yapıtına da değil, doğrudan yaşamına öykünmeyi gerçekçi bir davranış olarak nitelemek olanaksız.

Bir de şu var: Mutlaka büyük şairler büyük hayatların sonucu mudurlar?

Hiç de değil. Çağdaş şiirimizde pekçok büyük şair yetişmiştir. Ama bunlar içinde Nâzım Hikmet dışında büyük bir hayatı olan yoktur. Son derece sıradan sayılabilecek bir hayatı olan Behçet Necatigil de büyük bir şairdir.

Büyük hayatlar, kişilerin ellerinde olmayan koşullar sonucu doğar. On dokuzunda hem kendi ülkendeki Kurtuluş Savaşını, hem de komşu ülkedeki tarihin en büyük devrimlerinden birini yaşayabilmek ancak yazgı olabilir. Bu süreç Nâzım için yetişme dönemidir. Mevlana’dan Mayakovski’ye uzanan geniş bir kültürle donanmıştır. Ülkeye döndüğünde iktidarlarca rahat bırakılsa, belki onun da sabah işine gidip akşam evine döndüğü sıradan bir hayatı olacak, yaratı dünyası belki bambaşka bir seyir izleyecek, onu dünyanın ilgi odağı durumuna getiren gelişmeler olmayacaktı.

Şairlerin hayatları elbette şiir meraklıları için ilgi çekicidir. Sanatçıların hangi ürünlerini hangi yaşam koşulları altında verdikleri, o ürünleri ve sanatçıyı daha yakından tanımamıza ve anlamamıza yarar. Ama sonuçta bir sanatçıyı sanatçı yapan hayatı değil, ürünleridir. Tek başına ilginç hayatlar dillerden ve belleklerden zamanla uçar gider, kalıcı olan ise yapıtlardır.

29.7.1998
Turgay Fişekçi

Yorum ya da sorularınız için: bilgi@bilgipesinde.com