Köy Enstitüleri
Köy Enstitüleri / Erhan Oktay / Gururum Bigadiç / Bilgi Peşinde / O tarihlerde, ülkemizde her şeye haddinden fazla ihtiyaç duyulduğu gibi eğitim ve öğretime hatta okur-yazar nüfusa bile çok fazla ihtiyaç duyulmaktaydı. Çünkü savaş yıllarının tüm dünya ülkelerinde baş göstermiş olduğu fakirlik ve yokluk her alana sirayet etmişti.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NDE KÖY ENSTÜTÜLERİ
Tarih yaprakları 1937 yılını gösteriyordu, Türkiye Cumhuriyeti henüz daha 14 yaşında ve yeni tecrübelere tanık oluyordu. Bir taraftan savaşlardan yeni çıkmış kendi kendine ayakta durmaya çalışan ve yeni kurulmuş Cumhuriyet rejimini düşmanlarına karşı korumak ve güçlendirmek mücadelesi, bir taraftan da devlet sistemini ve yapısını kurarak diğer ülkelerle entegrasyonu sağlamaya çalışmak, dünyadaki devletlerarasında yerini almak mücadelesi olanca hızıyla devam ediyordu.
O tarihlerde, ülkemizde her şeye haddinden fazla ihtiyaç duyulduğu gibi eğitim ve öğretime hatta okur-yazar nüfusa bile çok fazla ihtiyaç duyulmaktaydı. Çünkü savaş yıllarının tüm dünya ülkelerinde baş göstermiş olduğu fakirlik ve yokluk her alana sirayet etmişti. Eğitim ve Öğretim alanında gerekli hamlenin yapılabilmesi ve belli bir seviyeye gelinebilmesi için mutlak suretle eğitim ordusuna ihtiyaç vardı. Bu maksatla 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile ilkokullara öğretmen yetiştirilmesi amacıyla Köy Enstitüleri Kanunu çıkartılarak Köy Enstitüleri açılmıştır. Köy Enstitüleri projesi, tamamıyla Türkiye Cumhuriyeti'ne aittir ve O dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından yönetilmiş bir programdır.
Dönemin cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü önderliğinde Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla, köylerde yaşayan ve ilkokul mezunu vasfı taşıyan çocukların Köy Enstitüleri'nde eğitim görüp tekrar yaşadıkları köylere dönerek öğretmenlik yapması amaçlanmıştır. Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda okuma yazma oranı yüzde 3 seviyelerindeydi ve nüfusun yüzde 80'i köylerde yaşıyordu. Bu sebeple, 1940 yılı itibariyle tarıma elverişli köylerde Köy Enstitüleri açıldı. Köy Enstitüleri, tren yollarına yakın ve tarıma elverişli 21 bölgede kuruldu. Köy Enstitüleri'nde eğitim görenler hem örgün eğitim aldı, hem de modern tarım teknikleri konusunda bilgiler edindi. Böylece ülke genelinde tarımsal yapılanma, tarımda kalkınma ve tarımsal verimliliğin arttırılması amaçlandı.
Köy Enstitüleri'nin kurulduğu iller ve ilçeler; Akçadağ-Malatya (1940), Akpınar-Ladik-Samsun (1940), Aksu-Antalya (1940), Arifiye-Sakarya (1940), Beşikdüzü-Trabzon (1940), Cılavuz-Kars (1940), Çifteler-Eskişehir (1939), Dicle-Diyarbakır (1944), Düziçi-Adana(1940), Erciş-Van (1948), Gölköy-Kastamonu (1939), Gönen-Isparta (1940), Hasanoğlan-Ankara (1941), İvriz-Konya (1941), Kepirtepe-Kırklareli (1939), Kızılçullu-İzmir (1939), Ortaklar-Aydın(1944), Pamukpınar-Sivas(1941), Pazarören-Kaysei(1940), Pulur-Erzurum (1942), Savaştepe-Balıkesir (1940) belirtildiği şekilde kurulmuş ve kapatıldığı tarihlere kadar çok başarılı faaliyetler göstermişlerdir.
Köy Enstitüleri'nin tamamının kendisine ait tarlası, bağı, besi hayvanları, arı kovanları ve atölyeleri vardı. Köy Enstitüleri'nde verilen derslerin yarısı temel örgün eğitim, diğer yarısı ise uygulamalı eğitim konularını kapsıyordu. Köy Enstitüleri sayesinde, 1940-1946 yıllarında 15 bin dönüm tarla tarıma elverişli hale getirildi ve bu tarlalarda üretime başlandı, 750 bin fidan dikildi, 1200 dönüm bağ oluşturuldu, 150 büyük çaplı inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 100 km yol, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 20 uygulama okulu ve 12 elektrik santrali yapılmıştır. Bu Köy Enstitüleri sadece Eğitim ve Öğretim ihtiyacına yönelik olmayıp, adeta Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomik Kalkınma modeli olmuştu. Okullar tarıma elverişli arazisi olan köylerin yakınlarında kuruldu. Amaçlarından biri de, köylülere alternatif tarım tekniklerini öğretmekti. Arıcılık bilinmeyen köylerde arıcılık, bağcılık bilinmeyen köyde bağcılık öğretiliyordu.
Enstitüye atanan öğretmen gittiği köyde okul binasını köylülerin yardımıyla yapabilecek kadar inşaat bilgisi de öğreniyordu. Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmuyor aynı zamanda ziraatçi, sağlıkçı, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularını da uygulamalı olarak öğreniyordu. Enstitülerin hepsinin kendisine ait tarım arazileri, atölyeleri faal olarak çalışıyordu. Bu sayede öğretmenler kendi okullarını gittiği köyde köylülerin işbirliği ile inşa ediyor ve devletin okul yapmasına gerek kalmıyordu. Hasan Oğlan Köy Enstitüsü ve diğer köy enstitüleri, köy enstitüsü öğrencileri tarafından inşa edilmişti. Köy enstitülerinden mezun olan öğretmenlere yetiştirildikleri branşa ve gönderilecekleri köye göre 150 parçaya varan alet ve edevat veriliyordu. Öğretmenler bu alet ve edevat ile köylülerin de yardımıyla köy okulunu inşa ediyor ve köylülere hem modern tarım tekniklerini, hem de okuma yazmayı ve hatta müzik aletleri çalmayı öğretiyordu.
Hasan Âli Yücel Milli Eğitim Bakanlığı döneminde dünya klasiklerini Türkçeye tercüme ettirmişti. Köy enstitüleri öğrencileri her sene 25 tane klasik romanı okumakla yükümlüydü. Bu sayede zeki köy çocuklarından engin entelektüel birikimleri olan aydınlar oluşturulması amaçlanıyordu. Bu aydın köy öğretmenleri en az bir tane müzik aletini çalmasını da öğreniyordu. Ünlü ozanımız Aşık VEYSEL, köy enstitülerinde müzik derslerinde öğrencilere bağlama çalmasını gösteriyordu. Sabahın erken saatlerinde uyanan öğrenciler, zeybek ve halk oyunları oynayarak sabah sporlarını da yapmış oluyorlardı. Daha sonra kahvaltı ardından zorunlu okuma saati icra ediliyordu. Kahvaltıyı kendilerinden önce kalkıp fırında ekmek pişiren öğrenci arkadaşları hazırlıyordu. Çok güzel ve çok geçerli bir yaşam modeli Türkiye Cumhuriyeti için özel olarak inşa edilmişti. Bu sebeple Genç Türkiye Cumhuriyeti, sadece kendisine özgü köy enstitüleri yaparak, öğrenim konusunda dünyada benzeri görülmemiş bir örnek oluşturmuş ve birçok ülkenin takdirlerini toplayarak, akademik inceleme ve araştırmalarına da örnek olmuştur.
Köy Enstitüleri modeli, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün ömrünün son günlerini yaşadığı anlarda dahi çok kafa yorduğu ve ülke kültürüne genç cumhuriyet yeniliklerine bu eğitim ve ülke kalkınma modelini entegre etmek için yoğun mücadele verdiği bilinmektedir. Çok zor şartlarda ve hatta o günkü imkân ve kabiliyetler dâhilinde kurulması bir mucize olan Köy Enstitülerimiz, maalesef II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Dünya Tarihinde Kanlı Diktataör olarak bilinen Sovyetler Birliği Lideri Josef Stalin'in Türkiye'den Kars, Artvin ve Ardahan'ı ve Boğazlarda askeri üs kurmak istediğini bildirmesi üzerine, Türkiye’nin o anki Cumhurbaşkanı Milli Şef İsmet İNÖNÜ, ABD'den askeri destek istemişti. Bu desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile yardıma başlamıştı ama karşılığında Türkiye'de serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve "Köy Enstitüleri" gibi Sovyet sistemine benzer uygulamaların kaldırılmasını talep etmiştir. Tabii ki, asıl amaç burada bu olmayıp, gelişen, ilerleyen ve kendi ayakları üzerinde durabilen güçlü bir Türkiye gerçeği hiçbir zaman olduğu gibi istenmiyordu. O zamanda Türkiye’nin kalkınmasını ve güçlenmesini istemeyen güçler, böyle bir fikirle Türkiye’nin önünü kesmişti.
1946 yılında hükümetin yaklaşan seçimleri kaybetme fikriyle, muhalif kişilerin başını çektiği muhalefetin kampanyasıyla, müfredatında ve yapılanmasında kuruluş amaçlarından uzaklaşan köklü değişiklikler yapılmıştır. İlerleyen yıllarda da, daha önceleri sıkı sıkıya bağlı olduğu ve kuruluş felsefesinin amacı olan "iş için iş içinde eğitim" ilkesinden uzaklaşılarak, bu değerli Köy Enstitüleri önce Öğretmen okullarına dönüştürüldü daha sonrada 1954 yılında kapatıldılar. Henüz çok genç yaşta bulunan Cumhuriyetimiz, günümüzde de olduğu gibi ülkemizin ilerlemesini ve güçlenmesini istemeyen dış güçler tarafından ağır bir darbeye maruz bırakılmıştı, kalkınma ve gelişme yolunda kendi elleriyle bin bir güçlükle kurmuş olduğu kültürel, ekonomik, tarımsal kalkınma modelini kendi elleriyle yok etmişti.
Köy Enstitülerimiz, şu an hayatta olsa 81 yaşında olacaktı daha da ötesi Türkiye Cumhuriyeti tarımsal, kültürel ve ekonomik alanlarda çok daha ileri seviyelerde olacaktı. Bu sebeple, hiçbir zaman “Bağımsız ve Güçlü Türkiye” gerçeğini aklımızdan çıkarmamalıyız gelişmemizi ve kalkınmamızı istemeyen ülkelerin çıkarlarına hedef olmamalıyız. Tarihin her döneminde olduğu gibi Birlik ve Beraberlik içerisinde daima güçlü olmalıyız.
Erhan Oktay
Yorum ya da sorularınız için: bilgi@bilgipesinde.com