İki Kayıp Yılım

Liseyi bitirdiğimde tek hedefim İstanbul Teknik Üniversitesine girmekti. O yıllarda, İTÜ’ye giriş sınavları diğer üniversitelerinkinden ayrı yapılırdı. İki gün süren sınavların ilk gününde matematik, ikinci gününde fizik-kimya sınavları yapılırdı.

İki Kayıp Yılım

Liseyi bitirdiğimde tek hedefim İstanbul Teknik Üniversitesine girmekti.

O yıllarda, İTÜ’ye giriş sınavları diğer üniversitelerinkinden ayrı yapılırdı. İki gün süren sınavların ilk gününde matematik, ikinci gününde fizik-kimya sınavları yapılırdı. Liseden iyi bir derece ile mezun olmama karşın, ilk yıl sınavda başarılı olamadım. Ankara üniversitesi Tıp Fakültesi derece ile mezun olanları alıyordu. Babam, benim oraya kaydolmamı istiyordu. Onu, ‘Tıp eğitimi altı yıl, mühendislik beş yıl, bana izin ver daha iyi hazırlanır seneye İTÜ’ye girerim’ diyerek ikna ettim ve memleketim Ardahan’a amcamın yanına gittim. Ardahan’da kaldığım beş ay boyunca, programlı bir şekilde ders çalışarak Bursa’ya döndüm ve o yıl girdiğim İTÜ sınavlarını kazandım. Sınavı ilkinde kazanamamanın burukluğunu uzun süre yaşadım. Bu, aynı zamanda eğitim hayatımdaki ikinci kayıp yılım olmuştu.
 
Şimdi araya ortaokul ikinci sınıfta kaybettiğim bir yılın hikâyesini de sıkıştırmak istiyorum. Çocukluğumun geçtiği Emirdağ’dan Bilecik’in Küplü nahiyesine atanan babam, beni Bilecik Ertuğrul Gazi Lisesine kaydettirmişti. Okula gitmek için önce Küplü’den 3 km’lik bir yolu yürüyerek Bilecik tren istasyonuna geliyorduk. İstasyonun önünde bizi bekleyen, “Nuhun Gemisi” dediğimiz servis aracı ile liseye ulaşıyorduk. Bu, her sabah ve akşam katettiğimiz yolumuzdu. İstasyonda bakım yapılan lokomotiflerin buhar geçen bir küçük bölümüne koyduğumuz pancarlar orada kendiliğinden pişerlerdi. Biz de akşam dönüşlerimizde onları alır yiye yiye köye giderdik. Bazen okul dönüşü, yol boyunca geçen trenlere ‘Gaste! Gaste!’ diye bağırır, trenlerden atılan gazeteleri eve götürürdük. Babamın elimde gazete ile eve gittiğim akşamlardaki memnuniyetini hâlâ hatırlarım.

Birinci karne tatilinde (Ocak ayı başı), evde sedire oturmuş kitap okurken ayakaltımdaki mangal ile de ayaklarımı ısıtıyordum. Birden ne olduysa sedirden kalkmak istedim ve hemen ayakaltımda duran mangalın üstüne basıverdim. Ben feryat figan ayaklarımın altına yapışmış kor halindeki kömürlerle boğuşurken, ev halkının bir bölümü de yangın tehlikesine karşı ateşi söndürmek için su getirmenin telaşına düşmüştü. Sonuçta, o dönem birinci karne tatilim uzayarak bir yıl sürmüş oldu! Üç ay ayaklarımı yere basamadım. O 3 km’lik yolu yürümem olanaksızdı. Bu, benim eğitimimdeki ilk kayıp yılım olduğu için hep acı ile hatırlarım. Ancak ilk kayıp yılımın bir zorunluluk sonucu olmasına karşın, ikinci kayıp yılımı hiçbir zaman unutamam ve hep kendimi suçlarım.

Sonunda mühendis olma yolunda yürümeye başlamıştım ama babama verdiğim ‘Okulu beş yılda bitiririm sözümü tutamamış, yolu uzatmıştım. İTÜ’lü yıllarımın bu kadar uzamasının hikâyesi aslında hayat hikâyemin de en önemli bölümünü oluşturuyor.
 
Benim bu döneme ilişkin yaşadıklarım, öyle bir dönemle kesişti ki istesem bile bunu kısaltamazdım; bir anlamda dünyada değişim rüzgârlarının en sert estiği zamanlardı o yıllar...

Yorum ya da sorularınız için: bilgi@bilgipesinde.com