İkinci okumalar

Bazen yaranıza dokunan yazılar vardır, dün sabah gazeteyi okurken tam böyle bir şey oldu “hah bizim halimiz” dedim. Şöyle bir rahatladım, zira çevremde sadece bizim (ben ve eşim) bu sıkıntıyı yaşadığımızı, diğer herkesin okuduklarını sular seller gibi hatırladıklarını düşünüyordum. Üstelik yazan Murat Belge idi. Yazıyı şevkle eşime verdim. Onun da gözleri ışıdı. Güne bir keyifle başladık sormayın.

İkinci Okumalar

Bazen yaranıza dokunan yazılar vardır, dün sabah gazeteyi okurken tam böyle bir şey oldu “hah bizim halimiz” dedim. Şöyle bir rahatladım, zira çevremde sadece bizim (ben ve eşim) bu sıkıntıyı yaşadığımızı, diğer herkesin okuduklarını sular seller gibi hatırladıklarını düşünüyordum.  Üstelik yazan  Murat Belge idi.  Yazıyı şevkle eşime verdim. Onun da gözleri ışıdı. Güne bir keyifle başladık sormayın.

Yazıyı şurada : “Tekrar tekrar okumak”, Murat Belge, Taraf Gazetesi, 26 Ekim 2012  ya da şurada bulabilirsiniz http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=11289&murat_belge-tekrar_tekrar_okumak.

Ben de pek çok arkadaşım gibi okumaya çok erken yaşlarda merak sarıp, klasikleri ve diğer pek çok kitabı orta okul – lise döneminde okudum. Yıllar geçtikçe,  bazı kitapları hatırlamıyor olmayı çok da dert etmedim. Hafızada seçicilik olması normaldi, unutmadıklarım iz bırakmış diğerleri bırakmamış dedim.  Hatta aslında detayları unuttum diye düşünüyordum. Ne zaman kızımız büyüdü, o da okumaya merak sardı, kütüphanemizi keşfetti ve bizim tavsiyelerimizi de istemeye başladı, durakladığımı hatırlıyorum. Bu  çok beklediğimiz, arzu ettiğimiz bir andı.  Kuzumuz okumayı sever bir kuzu olmuştu, yaşasın! Kütüphaneyi yiyip yutmak istiyordu, bir daha yaşasın! Üstelik tavsiyelerimizi soruyordu ki bundan alası can sağlığı diye sevinmemiz gerekiyordu. Ama dediğim gibi tavsiye etmek o kadar kolay değildi.

İlk ve temel sorun şuydu, gençlik döneminde okunması gereken kitaplar diye düşündüğüm kitapların bir kısmının içeriğini tam olarak hatırlamıyordum. Bunlar doğal olarak akılda kalmamış kategorisinde olamazdı. Zamanında çok etkilendiğim, üzerinde diğer kitap okuyan arkadaşlarımla tartıştığım, belki lisede ödev yazdığım, kütüphanenin en prestijli köşelerinde sakladığım kitaplardı.

“Okumaya çok meraklı bir çocuktum. Ortaokul çağımda Madam Bovary’yi, Goriot Baba’yı, Suç ve Ceza’yı ve daha birçok dünya klasiğini okumuştum. Yani bu büyük eserleri okumam çok gerilerde kaldı. Zaman geçtikçe insan unutuyor. Eugenie Grandet’den, Nana’dan ne hatırlıyorum şimdi? Hiçbir şey hatırlamıyorum. Eugunie’nin babası cimriydi… Sonuçta, Woody Allen’in “Olay Rusya’da geçiyor” esprisinden çok da farklı bir durum değil.”  *

Önce unutmadığımızdan emin olduklarımızı tavsiye etmekle başladık.  Sonra çaktırmadan hatırlamadıklarımızı tekrar okumaya geçtik. (Bu arada hatırlamadığınız bir kitap hakkında bir arkadaş sohbetinde gayet güzel idare edebilirsiniz, ama çocuğunuza karşı bunu yapamazsınız.) Aslında kapsamlı tekrarlara ben geçtim,  eşim bu işi daha sınırlı tuttu. Onun da önceliği okumadıklarını okumaktı.

“O zaman içinde henüz okumadığım için bilmediğim bir şey mi okumayacağım, yoksa okuduğum (ve bildiğimi varsaydığım) bir şeyi yeniden mi okuyacağım? Ben hep birincisini tercih ettim ama “doğrusu budur” diyecek durumda değilim. İkinci de pekâlâ olabilir.” *

Ben ikincisini tercih ettim. Tercihim benden beklenen bir şeydi. Zira takıntılı bir insan olarak –bir kitap okurken asla sayfa atlayamamak, öğrencilikte ders kitabında bölüm atlayamamak, bir dergide okumak istediğim asıl yazıya gelmeden önce, ondan önceki yazıları okuyarak sıralı gitmek, üniversite yıllarında sadece bir bölümü için hocaların aldırdığı kitapların mutlaka tümünü okumak gibi bir sırayı/bütünü bozamamak durumu varken– mümkün değil bu boşluğu doldurmadan geçemeyecektim. (Hatta biraz konunun dışına çıkarak itiraf edeyim,   bir ara bir kek tarifleri kitabı aldım. İçlerinden deneyeceklerimi seçtim. İlk ikisini yaptım. Üçüncü tarifte bir türlü başarılı olamadım. Günlerce o tarifi denedim. Bir sonrakine atlayamadım. Sonucu merak edenler için; zaten çok fazla karbonhidrat tüketmemek gerekiyor.)

İkinci bir sorunla daha karşı karşıya kaldık, kütüphaneden kitap tavsiye ederken kızımıza. Evdeki klasiklerin dili eskimişti. Örneğin evdeki tüm Rus klasikleri 1969 ya da öncesi tarihli Varlık baskılarıydı.   Tüm Varlık külliyatı zaten en az dört kişi tarafından okunmuş, defalarca taşınmaya maruz kalmış, ciltler  zamanla yıpranmış, ele alınınca sayfalar dökülür hale gelmişti.   Daha yeni kitaplar, özellikle 80 li yıllarda basılanlar, eğer tarafımdan okunmuş ise okurken yaptığım her aktivitenin izlerini taşır sayfalar içeriyordu. (Ben kitapları, kahve dökerek, sigara külü serperek, sayfaları kıvırıp bükerek okurum. Hangi mevsimde olduğumu, sayfada mandalina lekesi mi var, güneş sütü mü dökülmüş, kolayca çıkarabilirim.) Tabi kızımızın eline, o yaşta okuma şevkini kırmayacak daha yeni kitaplar vermek istedik.

Yenilerini alırken de şunu fark ettik.  Bazı kitaplar klasik de olsalar yayınevleri açısından öncelikli değildi.  Dolayısıyla basıma hazırlama aşamasında o kadar da özen gösterilmiyordu. Özellikle Fransızcadan yapılan çevirilerde ciddi kalite problemleri vardı.  Bu sefer aldığımız her yeni baskıyı, kitabı hatırlıyor olsam da, acaba çevirisi iyi mi diye okumaya başladım.

Neyse ki tekrar okumalar kısa süre de ebeveyn  sorumluluğu olmaktan çıktı. Zira kızımız büyüdü, tavsiyelerimize değer vermeye devam etmekle birlikte kendi tercihleri,  okuma listeleri oluştu. Biz ondan tavsiye istemeye başladık. Üstelik artık  bir kitabı hatırlamadığımızı söylemek o kadar da zor gelmiyordu.  Ama bir kez tekrarlara başlayınca, bu sefer bu tekrarların kendim için ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Bazı kitapları okuduğum yaşta aldığım ya da aldığımı sandığım tat ile orta yaştaki tat çok farklı idi.  Olumlu ve olumsuz anlamda, ikisi bir arada. Murat Belge’nin de yazdığı gibi farklı hassasiyetlerle okuyordum.  Bu sefer böyle bir merak başladı: (isim vermek istemiyorum) “ben falanca yazarın o dönemdeki bütün kitaplarını neden okumuştum.”

O gün bugün tekrar okumalarım devam ediyor.  Allahtan kendimden beklediğim takıntı seviyesinde değil. Zira gerçekten okunacak benim için yeni çok şey var ve tekrarlara sıkışıp kalamıyor insan, ne kadar saplantılı olsanız da.

Yazımı bitiremiyorum, çünkü birkaç düşünce daha su yüzüne çıktı bu konuyla ilgili. Birincisi bazı kitapları çok erken yaşlarda okumanın o kadar da doğru olmadığını farkettim.   Örnek vermek gerekirse, çok malum bir kitabı, Suç ve Ceza’yı 25-30 yıl sonra tekrar okuduğumda, “ben orta okulda iken bu kitaptan ne anlamış olabilirim” diye düşündüm.  Ya da Madam Bovary,  henüz flört bile etmemiş bir genç kız için ne ifade eder. (Gerçi zamanında babam “bunu okumak için yaşın çok erken” demişti. ) Ne var ki, okumanız bir görev değilse bu çok önemli bir sorun değil, erken okuduklarınızı sonra bir daha okursunuz.

Ama okul okuma listeleri daha ciddi bir sorun.  Saatleri Ayarlama Enstitüsünü lise edebiyat hocamız Suna Tural okutmuştu.  (Kendisi, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öğrencisi idi  ve de Cemal Tural’ın eşi. Suna Hocamızı eşi nedeniyle  mesafeli bir ilgiyle izler, o da gençlerle iletişim kurma konusunda oldukça isteksiz olduğundan bu mesafe kapanmaz, ama yaptığı işe çok önem verdiğini ve bize aktarmaya çalıştığı her konuda bir tür tutku duyduğunu da bir yandan hissederdim.)  Kitabı merak ederek okumuş, ne var ki hiç ama hiç sevmemiştim.  Yıllar sonra tekrar okuduğumda, tam tersi bir tat aldım.

Haksızlık etmemem lazım, okuma listelerini veren öğretmenler düşünüldüğünde şanslı denebilecek bir gruba dahildim. Çok iyi edebiyat “hocalarım” oldu, itinayla hazırladıklarını bildiğim okuma listeleri vardı. Hepsini de istekle okumaya başladım.  Ama verdiğim örnekteki gibi bazılarından o zaman  zevk almadığımı ve hatta bazılarının neden önemli olduğunu okuduğum dönemde hiç anlamadığımı düşünürüm.  Evet, yazar ve kitap hakkında gerekli bilgiyi, size okutanın anlatması, açıklaması önemli. Ama yine de doğru zaman olmayabilir gençle o kitabın buluşması için.  Böyle kitaplardan biri mesela Yaban’dır. Lise okuma listelerinde hala vardır herhalde. Şimdi neden var olduğunu anlayabiliyorum. Şart mıdır, uzman olmadığımdan emin de değilim. Sonraki yıllarda kitabın kendisinden daha fazla kitap hakkında yazı okuyunca   – tabi kitap da ikinci kez okundu – romanı sevmesem de yerine oturtabildim. Ama bir lise öğrencisinin hele de ödev ise, oldukça ince olmasına rağmen bir yaz döneminde bu kitabı okurken ne kadar sıkıntı duyacağını hayal edebiliyorum. Daha vahim bir örnek, ben sırf bu nedenle Yaşar Kemal’in kitaplarını bir türlü sevemedim.  Kitaplardaki dünya ile hiç buluşamadım.  Sevemedim dediğim kitaplar üzerine sayfalarca dönem ödevi yazdım, gayet güzel notlar aldım. Ama sadece ödev yazmayı ve iyi not almayı bildiğimden. O kadar ki yeniden okuma listeme bile uzun yıllar almadım.   Bu yazıyı okuyanların “cık cık cık” dediklerini duyar gibiyim ama kusura bakmayın, çocukluk travması denen bir şey de var.  Okul okuma listeleri kişiye özel olmalı.

Son olarak tekrar okuma  listemde hala bir şeyler var.  Panait Istrati, Efraim Kişon, Knut Hamsun öncelikli olarak.  Bu üç yazarın, ancak kütüphane listemize bakarak (evet bir süredir  böyle bir excel hazırlıyoruz eşimle, ilerisi için, kendi Goodreads’imiz) hatırlayabildiğim çok sayıda kitabını okumuştum lise yıllarında. Çünkü en önemli kaynaklarımızdan biri olan Varlık yayınları şakır şakır kitaplarını basıyordu. Babam ne çıkarsa alıp eve getiriyordu.  Sonraki yıllarda, bulunduğum çok az sohbet ortamında bu kitaplar hakkında konuşuldu, yeniden baskıları nadiren kitap eklerine konu oldu, ya da olduysa da ben kaçırdım, okul çocuklarının okuma listelerinde yer almadılar, dizi ya da film haline getirilmediler, v.b. Bir ara yeni basımlarını edinmek şart oldu. Knut Hamsun’dan başlayacağım.

Bir son gerekli.  Giriş gelişme sonuç hedefim de olmadığına göre “nokta” diyelim.

Rıza Güzey'in notu: 
Sevgili Nazan Tuğbay'ın kendi sitesine ve diğer yazılarına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
https://kendimeaitbiroda.wordpress.com/

Yorum ya da sorularınız için: bilgi@bilgipesinde.com