Eski bayramlar

Eski bayramlar / Dr. Yılmaz Ergut / Bir zamanlar Bigadiç / Bilgi Peşinde / www.bilgipesinde.com / Herkesin bayramını kutluyor, sağlık ve esenlikler diliyorum. Bayramlar, çocukluğumuzda çok güzel olurdu. Özellikle bizim İlçede, her yerden daha güzel olurdu. dört gurup insan için, bayramlar farklı bir anlam taşırdı.

Eski bayramlar

Herkesin bayramını kutluyor, sağlık ve esenlikler diliyorum.

Bayramlar, çocukluğumuzda çok güzel olurdu. Özellikle bizim İlçede, her yerden daha güzel olurdu. dört gurup insan için, bayramlar farklı bir anlam taşırdı.

1- Çocuklar;
Çocukken bayramlarda yeni elbise ve ayakkabı alırdık. Ayrıca, bayram harçlığı almak, neşe ve mutluluk kaynağımızdı.
2- Gençler;
Bizim Bigadiç'te bayramları diğer yerlerden farklı kılan bir töre vardı. 'İnönü caddesi' diye uzunca bir cadde vardı. Halk buraya 'Makara caddesi' derdi. Bizim ilçede,Flört'e, 'makara', flört etmeye,
'makara çevirmek' denir. Ramazan ve kurban bayramlarında akşam üstü gençler en güzel kıyafetlerini giyer, bu caddede piyasa yapardı. Daha yaşlı olanlar da kenardaki evlerin duvarlarına oturup, caddede gezenleri izlerdi. O yıllarda cep telefonları yoktu. Normal telefon bile, çok az kişinin evinde vardı. Aileler kızlarının erkeklerle konuşup flört etmesine izin vermezdi. Gençlerin konuşup bulaşabileceği bir ortam yoktu. Sevdiğiniz kızı, ya düğün törenlerinde, ya bayramlarda, ya da çeşme başında görebilirdiniz. O yüzden gençler bayramları dört gözle beklerdi. Makara caddesinde, gençler birbirlerini özgürce görebilir, anneler çocuklarına kız beğenirdi. 1980'lerin ortalarından itibaren, bu töre yok oldu.
3- Gurbette yaşayanlar;
Gurbette yaşayanlar için,bayramlar çok önemliydi. Hem aile ve akrabalarını görürler, hem de başka şehirlerde ve Bigadiç'te yaşayan arkadaşlar buluşurdu.
4- Yaşlılar;
İnsan gençken, yaşlıların duygularını anlayamıyor. Onlar için en önemli şey, ne para, ne mal-mülk. Tek istedikleri çocukları ve torunları tarafından hatırlanmak, değer görmek. Dini Bayramlar bu misyonu çok iyi yerine getiriyor. 

Bir doktor arkadaşım yaşlı annesini Mudanya'ya götürmüş. Yanlarına yaşlı bir bayan yanaşmış. Durmadan konuşuyormuş. Yıllarca Almanya'da oturup, emekli olunca Mudanya'ya yerleşmiş. Çocukları Almanya'da kalmış, eşi ölmüş. 'Evlâdım evde yapayalnız yaşıyorum, duvarlarla konuşuyorum, kimse kapımı çalmıyor, Allah kimseyi yalnız bırakmasın' diye.yakınıyormuş. Bu cümleler, her şeyin özeti. Lütfen yaşlılarımızı ihmal etmeyelim. Yalnızlık çok zordur.


Geçen bayramın ilk günü, kum saati fenomeni yaşadım. Yılardır yaptığım gibi, bayram namazı için mahallemizdeki camiye gitmiştim. Orada komşularımı, dostlarımı ve yaşlıları topluca görme fırsatı doğuyor. Farkettim ki, oradaki insanların ancak yüzde 10-20 kadarını tanıyorum. Daha sonra mezarlığa gidip, büyüklerimin mezarlarını ziyaret etmek istedim. Öteden beri, mezar taşlarındaki isimleri okumaya karşı bir takıntım var. Mezarlıktaki isimlerin ise, yüzde 80-90'nı tanıyordum. Yaklaşık 40 yıl önce, tam tersi söz konusuydu. Yaşayanların yüzde 80-90’nını, ölenlerin yüzde l0-20'sini tanıyordum. Buna, hayatın kum saati fenomeni deniyor ve doğar doğmaz çalışmaya başlıyor.

Mezarlıkta ismini gördüğüm çoğu insanın karakterine tanıklık ettim. Kimi dört dörtlük bir karaktere sahipti, kimi gavur, kimi gangaster lakabını almıştı, kimi de paraya tapardı. Mezarlıkta gördüğüm en traji-komik olay ise şuydu; Sağlığında sürekli babasını pataklayan biri, babası öldükten sonra, havalı bir mezar ve afîllî bir mezar taşı yaptırmış.

Herkes aynı yere gidiyor; Yiğit ölüyor, şan kalıyor, eşek ölüyor, semer kalıyor. Ana-babalarımız, sahip olduğumuz en değerli hâzinemiz. Onların bizden istedikleri tek şey var; unutulmamak, sevgi ve ilgi görmek. Bu boyutuyla,dini bayramlar çok güzel bir misyon üstleniyor.

Ateist bir adam, öteki tarafa gitmiş. Zebani elinde sopayla, sorguya başlamış;
-Rabbin kim? (adamda tık yok) Zebani sopayı geçirmiş kafaya, adam yıldızları görmüş.
Zebani tekrar sormuş;
-Nebİ'n kim? (Nebi: Arapça, peygamber demek) Adamın köyünde Nebi isminde bir adam varmış, Zebani onu soruyor sanmış;
-Nebi değirmene gitti, ben de öldüm buraya geldim.
Zebani tekrar okkalı bir sopa vurunca, adamcağız sinirlenmiş;
-Ne vuruyorsun lan. Sen böyle her geleni dövecek olursan, bizim köyden kimse gelmez buraya.

Aşçı Nail Dolgun dostumdan, yıllar önce dinlediğim bir hikayeyi anlatmak istiyorum: Allah rahmet eylesin, kendisi çok hoş sohbet bir insandı. Birgün.Çağış Çamlık restauranda sohbet ediyorduk. Aşağıdaki hikayeyi,o zaman anlatmıştı.

1970’lere kadar Bigadiç'te 3-4 adet Han varmış. Köylüler, At, Eşek, Katır gibi el hayvanlarıyla yüklerini çarşamba akşamı ilçeye getirir, Yeşilli Camii'nîn yanındaki meydanda tüccarlara satarlar, sonra bu hanlarda konaklarlarmış. Ertesi gün de, alışverişlerini yapıp köylerine dönerlermiş. Hanlar 2 katlı olurmuş, alt kata hayvanlar bağlanır; üst katta da İnsanlar konaklarmış.

Yeşilli meydanının yakınlarında bir han varmış. İsmini söyledi ama, şimdi hatırlamıyorum. Han'a gelen erkek ve dişi hayvanlar birbirlerini görünce anırmaya başlarlarmış. Bu anırma sesleri, çevre sakinlerini çok rahatsız edermiş. Çevre sakinlerinden biri, kaymakama şikâyette bulunmuş. Kaymakam kızmış; 'Ne yapayım kardeşim ben hayvanlara anırmayın desem anırmayacaklar mı'!

O anda odada bulunan, kaymakamın cin gibi bir hizmetlisi varmış. 'O îşî,siz bana bırakın kaymakam bey'.demiş. Kaymakam da 'peki' demiş. Hizmetli çarşamba akşamı, elinde bir teneke yanık yağıyla, hana damlamış. Küçük bir sopayı tenekeye batırıyor, Handaki hayvanlarin poposuna batırıp çıkarıyormuş. Hayvanların anırması için,anal sifinkterlerini kasıp güç alması gerekir. Hayvanlar yağın etkisinden dolayı sifinkterlerini sıkamadığı için, anıramaz olmuşlar. Han sahibi daha sonraları, hana gelen tüm hayvanlara bu işlemi uygulamaya başlamış. Böylece hem Handakiler hem de çevredekiler rahat etmiş. 

Herkesin fikri çok önemlidir. Kimse, kimsenin aklını küçümsememeli; Bazen bir profösörün bilemediğini, bir çoban bilebilir! 

Dr. Yılmaz Ergut

Yorum ya da sorularınız için: bilgi@bilgipesinde.com


Diğer Web Sitelerimiz